İzmir’in Ruhu Buca’da Can Buluyor Travesti Hikâyeleri
İzmir, başlı başına bir özgürlük kelimesidir aslında. Her semtinin ayrı bir ruhu, ayrı bir melodisi vardır. Ama Buca… Buca başka. O, biraz yorgun ama inatçı bir kalp gibi çarpar şehrin güneydoğusunda. Ve işte tam da bu semtte; görünmeyen, anlaşılmayan ama çok derin hislerle yaşayan travesti bireylerin hikâyeleri gizlidir.
Onlar süslenip geceye karıştıklarında, sadece dikkat çekmek için değil; “ben de buradayım” diyebilmek için ışıldarlar. Ve Buca’nın dar sokaklarında yankılanan ayak sesleri, sadece bir yürüyüş değil; görünmezliğe atılan birer isyandır aslında.
Görünürlük Mücadelesinin Sessiz Kahramanları
Buca’da travesti birey olmak, bazen bir pazarda alışveriş yaparken “fazla dikkat çekmemeye çalışmak”, bazen minibüste göz göze gelmemeye uğraşmaktır. Ama yine de ısrarla yaşamak, gülmek, sevmek… Bu şehirde nefes almanın bile cesaret istediği anlar olur. İşte o anlarda en çok birbirlerine yaslanırlar.
Birbirlerinden habersiz yürüyen ama aynı yükü taşıyan omuzlardır onlar. Aynı mahallenin marketinde alışveriş yapar, aynı parkta oturur ama belki de yalnızca geceleri bir araya gelecek cesareti bulabilirler.
Buca’da Aşk da Farklı, Acı da
Travesti bireylerin aşkları hep daha fazla soru işaretiyle başlar. Gerçek mi? Gizli mi kalacak? Bir gün yok olup gidecek mi? Ama yine de yaşanır o aşk. Hem de en saf, en korkusuz haliyle.
Bir gecelik sohbetle başlayan bağ, bazen sabaha kadar süren göz temasına dönüşür. Bazen bir kahvede sakince oturmak bile tarifsiz bir mutluluk olabilir. Çünkü yan yana olmanın bile lüks sayıldığı bir dünyada, “birlikte görünmek”, başlı başına bir devrimdir.
Sesini Yükseltemeyenlerin Şehri
Buca, aslında sessiz bir şehir. Gürültüsünü içine atmış gibi. Ve bu sessizlik, travesti bireylerin hikâyeleriyle bir melodiye dönüşüyor. Belki yüksek sesle anlatılmıyorlar ama hissediliyorlar. Bazen bir bakışta, bazen bir yürüyüşte, bazen bir kırmızı ruju düzeltirken…
Bu semtin küçük kuaför salonlarında, gecenin bir yarısı açılan telefonlarda, eski sokak lambalarının altında hepsi birer hikâyeye dönüşüyor.
İzmir’in Ruhu, Buca’da Nefes Alıyor
Çünkü İzmir sadece Kordon’dan, Alsancak’tan ibaret değil. Gerçek hikâyeler, Buca’nın arka sokaklarında yaşanıyor. Kimliğinden korkmadan, ama sürekli tetikte olarak; sevilmek isterken yok sayılmaya alışarak…
Ve tüm bunlara rağmen, hâlâ gülümseyerek aynaya bakabilmek… İşte İzmir’in ruhu tam da burada can buluyor. Cesaret, direnç, aşk ve görünürlükle örülmüş bu hikâyeler, Buca’nın gerçek ruhunu oluşturuyor.
Buca’da bir travestinin hikâyesi, sadece bireysel bir yaşam öyküsü değil… Aynı zamanda bir toplumun aynadaki yansımasıdır. Eğer gerçekten görmek istersen, o hikâyeler her köşe başında seni bekliyor. Sadece biraz yavaşla ve bak.
Belki bir gün, göz göze geldiğinizde siz de birbirinizde kendinizi bulursunuz.
Gökçe: Duygu, önce seni tanıyalım… İzmir’e gelişin ve Buca’da yaşamaya başlama sürecin nasıl oldu?
Duygu: Ben Mersinliyim aslında. İzmir’e ilk gelişim bundan 10 yıl öncesine dayanıyor. Kendi ayaklarımın üzerinde durmak, kendim olabilmek için kaçtım geldim diyebilirim. Buca’ya ise biraz mecburen, biraz da tesadüfen yerleştim. Çünkü bütçeme en uygun yer burasıydı. Ama zamanla sevdim… Buca’nın yorgunluğu bana benziyor, sanki birbirimizi iyi anlıyoruz.
🎙️ Gökçe: Travesti bir birey olarak Buca’da yaşamak zor mu?
Duygu: Kolay değil, ama imkânsız da değil. Buca insanı aslında çok sıcak, ama biraz temkinli. Önce seni uzaktan izliyorlar, çözüyorlar. Eğer taşkınlık yapmıyor, kimseye zarar vermiyorsan zamanla seni kabul ediyorlar. Ama hâlâ minibüse bindiğimde koltuk değiştireni görüyorum. Hâlâ markette iki kere dönüp bakan oluyor. Zaten travesti olarak yaşamak demek, “her gün kendini yeniden savunmak” demek. Ama ben yorulsam da kendimden vazgeçmemeyi öğrendim.
🎙️ Gökçe: Emir, sen Duygu’yu ilk ne zaman fark ettin? Tanışıklığınız nasıl başladı?
Emir: Ben Bucalı değilim, öğrenci olarak geldim. Evimizin karşısındaki apartmanda yaşıyordu Duygu. Açıkçası başta biraz çekindim. Çünkü hep uzak durmamız “öğütlenmişti” bize. Ama sonra bir gün bizim su sayaçları bozuldu, ben de rastgele ondan yardım istedim. Ve ilk o zaman göz göze geldik… O kadar kibar, o kadar sakin bir şekilde konuştu ki… Sonrasında sohbetler başladı. Şimdi ben ona “ablam” diyorum. Ailemin bilmediği ama benim içime en çok dokunan insanlardan biri oldu.
🎙️ Gökçe: Duygu, genç birinden böyle bir bağ kurmak sana ne hissettirdi?
Duygu: Açık söyleyeyim, ağladım o akşam. Çünkü ilk defa biri bana soru sormadan, yargılamadan “insan gibi” yaklaştı. O kadar alışmışız ki savunmada olmaya… Emir’in samimiyeti bana iyi geldi. Belki de uzun zamandır hissetmediğim o “görülme” hissini ilk defa yaşadım.
🎙️ Gökçe: Sizi en çok etkileyen an neydi?
Emir: Geçen sene doğum günümde Duygu bana kendi elleriyle kek yaptı. Not da yazmış: “Kendin olmaktan vazgeçme, çünkü en kıymetli hâlin bu.” O not hâlâ defterimin arasında. Kimse bana böyle bir şey söylememişti.
Duygu: Beni en çok etkileyen ise, Emir’in bir gün mahalledeki çocuklara “Bu Duygu abla, çok iyi kalplidir, ona selam verin tamam mı?” demesiydi. O anda içim ısındı. Çünkü bazen bir çocukla göz göze gelmeye bile cesaret edemez hale geliyoruz. Ama o bana görünürlüğümü iade etti.